Paradise Lost – Ascension Albüm Kritiği

 


2020’deki Obsidian ve beş yıllık sessizliğin ardından Paradise Lost, Ascension ile güçlü bir dönüş yaptı. İlk dinleyişten itibaren albüm, grubun “orta tempo gotik-doom omurgasını” şimdiye kadarki en net hâline taşıdığını hissettiriyor. On yılların birikimiyle gelen olgunluk var, ama aynı zamanda dikkat çekici bir yenilenme enerjisi de hissediliyor.


Albüm, dinleyiciyi hemen yakalayan riflerle açılıyor. Nick Holmes’un sesi alışıldık karanlık bariton ile daha sert vokaller arasında akıcı şekilde gidip geliyor. Nakarat hemen akılda kalıyor, ama şarkıyı asıl güçlü kılan gitarların katmanlı melodileri. Silence Like The Grave ve Tyrants Serenade gibi parçalarda Holmes’un temiz ve sert vokaller arasında kurduğu denge, şarkılara yoğun bir derinlik katıyor.


“Tyrants Serenade” daha doğrudan, rif odaklı ve sahnede patlayacak türden bir şarkı. Davulların öne çıktığı, Holmes’un sert vokallere yaslandığı bu parça albüme daha keskin bir damar kazandırıyor. Buna karşılık “Serpent On The Cross”, Paradise Lost’un doom tarafını güçlü şekilde öne çıkarıyor; boğucu atmosferi ve dramatik vokalleriyle albümün duygusal ağırlık noktası hâline geliyor.


Albüm ilerledikçe tempolar düşüyor, karanlık daha da yoğunlaşıyor. “Lay A Wreath Upon The World” ve “The Precipice” katedral benzeri bir ihtişamla yankılanırken, “A Life Unknown” grubun erken dönemine göz kırpan gotik dokular taşıyor. Salvation ise melodik yapısıyla albümün zirvesini oluşturuyor; gitarlar hem ezici hem melodik, davullar ise gür ama dengeli bir şekilde öne çıkıyor.


Sonlara doğru “Deceivers”, Holmes’un en yoğun vokal performanslarından birini barındırarak albümün sert damarını güçlendiriyor. Kapanıştaki “This Stark Town”, uzun sololar, dramatik vokaller ve ağır bir doom yürüyüşüyle albümü törensel bir atmosferde noktalıyor. Ascension, Paradise Lost’un 35 yılı aşkın yolculuğunu nostaljiye yaslanmadan özetleyen ve grubun mirasında dimdik, parlak bir şekilde yükselecek bir albüm olarak öne çıkıyor.