Amorphis - Borderland Albüm Kritiği

 After the release of Halo in 2022, 

Amorphis returned with Borderland. 

From the very first listen, it’s clear that the band 

has refined its unique identity, blending melodic 

death metal with progressive folk textures. 

The result is an album that feels both mature, 

with the wisdom of decades, and fresh, 

with a strong openness to new ideas.












The album opens with soaring melodies and 

dense layers of guitars, while Tomi Joutsen’s vocals 

shift seamlessly from warm, clean tones to 

harsh growls. Tracks like The Circle and 

Bones stand out with their memorable choruses, 

supported by Esa Holopainen’s guitars and 

Santeri Kallio’s keyboards, which create a 

rich atmospheric backdrop.


Bones is riff-driven and ready to erupt in a 

live setting, while Dancing Shadow brings a more 

rhythmic and fluid flow. The Strange adds a darker, 

more progressive twist to the record, 

demonstrating the balance between 

heaviness and melody that Amorphis 

continues to master.


Opening with a misty atmosphere, Fog to Fog 

evolves into a dark journey with layered guitars 

and heavy, slow-paced drums. Light and Shadow, 

on the other hand, thrives on contrast, weaving 

between acoustic passages and heavy sections 

to unite the band’s poetic and powerful sides. 

Meanwhile, Tempest and The Lantern balance 

cathedral-like expansiveness with introspective 

moments. The title track Borderland serves 

as the album’s emotional and dramatic centerpiece, 

with production that renders the guitars sharp yet rich, 

and the drums powerful without overwhelming the details.


The closing track, Despair, brings the 

record to a ceremonial end, with slow-building arrangements and multi-layered 

vocals leaving a majestic impression. 

Borderland encapsulates Amorphis’s thirty-

plus-year journey without leaning on nostalgia, 

standing as a shining late-career triumph 

that proves the band remains determined 

to explore new horizons.




Paradise Lost – Ascension Albüm Kritiği

 


2020’deki Obsidian ve beş yıllık sessizliğin ardından Paradise Lost, Ascension ile güçlü bir dönüş yaptı. İlk dinleyişten itibaren albüm, grubun “orta tempo gotik-doom omurgasını” şimdiye kadarki en net hâline taşıdığını hissettiriyor. On yılların birikimiyle gelen olgunluk var, ama aynı zamanda dikkat çekici bir yenilenme enerjisi de hissediliyor.


Albüm, dinleyiciyi hemen yakalayan riflerle açılıyor. Nick Holmes’un sesi alışıldık karanlık bariton ile daha sert vokaller arasında akıcı şekilde gidip geliyor. Nakarat hemen akılda kalıyor, ama şarkıyı asıl güçlü kılan gitarların katmanlı melodileri. Silence Like The Grave ve Tyrants Serenade gibi parçalarda Holmes’un temiz ve sert vokaller arasında kurduğu denge, şarkılara yoğun bir derinlik katıyor.


“Tyrants Serenade” daha doğrudan, rif odaklı ve sahnede patlayacak türden bir şarkı. Davulların öne çıktığı, Holmes’un sert vokallere yaslandığı bu parça albüme daha keskin bir damar kazandırıyor. Buna karşılık “Serpent On The Cross”, Paradise Lost’un doom tarafını güçlü şekilde öne çıkarıyor; boğucu atmosferi ve dramatik vokalleriyle albümün duygusal ağırlık noktası hâline geliyor.


Albüm ilerledikçe tempolar düşüyor, karanlık daha da yoğunlaşıyor. “Lay A Wreath Upon The World” ve “The Precipice” katedral benzeri bir ihtişamla yankılanırken, “A Life Unknown” grubun erken dönemine göz kırpan gotik dokular taşıyor. Salvation ise melodik yapısıyla albümün zirvesini oluşturuyor; gitarlar hem ezici hem melodik, davullar ise gür ama dengeli bir şekilde öne çıkıyor.


Sonlara doğru “Deceivers”, Holmes’un en yoğun vokal performanslarından birini barındırarak albümün sert damarını güçlendiriyor. Kapanıştaki “This Stark Town”, uzun sololar, dramatik vokaller ve ağır bir doom yürüyüşüyle albümü törensel bir atmosferde noktalıyor. Ascension, Paradise Lost’un 35 yılı aşkın yolculuğunu nostaljiye yaslanmadan özetleyen ve grubun mirasında dimdik, parlak bir şekilde yükselecek bir albüm olarak öne çıkıyor.